ÖYLE

ÖYLE

Öyle soğuk bir hava vardı ki dışarıda, sokağın köşesinde oturmuş dizlerini karnına doğru çekip dizlerinin arasına da ellerini sokmuştu ısınmak için. Başını sokacak bir evi olmadığından ısınmak için yapabileceği tek şey buydu. Yamalı ceketi ve çöpten bulduğu ucu yırtık eldivenler ısınması için yeterli olmuyordu. Kaldı ki, üst gövdesini kapatsa bile bol paçalı kumaş pantolonunun açık yeri soğuğun içine işlemesine davetiye çıkarıyordu. Saçı ve sakalı birbirine girmiş pasaklı bir görünümü vardı. Etrafından geçen kimi insanlar için bir acıma hissiyatına kimisi için de bir tiksinti belirtisi olan yüzlerin buruşmasına neden oluyordu bu hali. Onunsa kendi haliyle ilgili tek düşündüğü onu bu yalnızlığa mahkum eden nedenlerdi. Bugün bu soğukta bile aklı hala oradaydı. İnsanların bakışları, düşünceleri, onu dilenci zannedip önüne para atmaları yakmıyordu canını. Onun canına okuyan şey yalnızlığıydı. Bu yalnızlığı kendisi seçmemişti elbette. Bu onun tercihi değildi. Onun yalnızlığını tercih edenler başkalarıydı. Etrafında eş dost olarak dolanan ve onu anlamak cesaretinden yoksun insanların tercihiydi bu. Onun tercihi kendisi kalıp meydan okumaktı basitliğe ve samimiyetsizliğe. Çevresinde onlarca tanıdığı arkadaşı varken bile yalnızdı o. Çünkü onlar bunu ona zorlamışlardı. Sade olanı sever basit olandan nefret ederdi. Tekdüze hissiyatların ve beğenilerin esiri olmamıştı hiçbir zaman. Zaman algısı, huzur algısı, mutluluk algısı herkesten farklıydı. Suyu bile zevkle içerdi çünkü suyu yalnızca susadığında içerdi. Yemeği yalnızca açken yer, sigarayı canı isteyince içerdi. Sırf yapmak için yapmazdı hiçbir şeyi. Yapmak istediği şeyin önce yoksunluğunu çekmeyi öğrendi. Yoksunluk hissiyatı ona yapacağı şeyden daha fazla tat almasını ve yaptığı şeyden daha fazla tatmin olmasını sağlardı. Her şeyi zamanında yapmayı severdi. Kış kendi soğuğunu ve yağmurunu getirdiğinde ondan köşe bucak kaçıp kendisine sıcak mekanlar aramaz ona maruz kalmayı seçerdi. Yaz kavurucu sıcağını getirdiğinde ondan köşe bucak kaçıp tenindeki teri hemencecik serinliğe dönüştürecek klimalı mekanlar aramaz sıcaklığın teninde bıraktığı terlerin vücudundan aşağı akışını izlerdi. Gök maviyse kaldırır kafasını maviliğini izler, gök karaysa kaldırır kafasını kara gökyüzünü seyrederdi. Yağmur yağdığında damlalar suratına çarpsın diye kafasını yukarıya doğru kaldırır, damlaların yüzünden aşağı serin serin akmasını hissederdi. Baharda kuşların cıvıltısını dinlemek için onların sesi haricindeki tüm seslere kapatırdı kulaklarını. Arkadaşlarını bile arada sırada arardı. Bunu yapmasının sebebi arkadaşlık hayatının tekdüze bir hal almasını engellemek ve o arkadaşlık ilişkisini özlemle besleyerek ayakta tutmaktı. Ama hiçbir arkadaşı onu anlamamıştı. Onu yalnızlığa iten şey, kendisi yaşamak kavramını son raddesine kadar yaşamaya çalışan birisiyken, onu tanıyanların- aslında onlar tanıdıklarını zannediyorlardı- yaşamı yalnızca saadet ve eğlence üzerine kurmalarıydı. Zaten yaşlanacaklar sonra da öleceklerdi, neden o zamana kadar mutlu olmasınlardı ki. Yaşamak denen bu şey bu kadar basit kavramlar üzerine mi kurulmuştu gerçekten. Hüznü ve özlemi hissetmek de yaşamak demek değil miydi? Ağlamak, canı yanmak, acı çekmek, sevgi, şefkat, merhamet de yaşamak demek değil miydi? İlla mutlu olmaya çalışmak, anın tadına varmak dedikleri anlamsız ve dayanaksız duygular içerisinde olmak mı yaşamaktı. Anın tadına varmayı en çok kendisi biliyordu. Ve anın tadını çıkarmanın onların düşündüğü ve bildiği şey olmadığını daha iyi biliyordu. Eğer hüzünlü ise ağlamaktı onun için anın tadına varmak. Eğer mutlu ise herkesle birlikte gülmek, eğer korkuyorsa her birlikte kenetlenmekti onun için anın tadını çıkarmak. An, yaşamanın kendisidir. Yaşamanın kendisi ise yaşamayı bilmeyenlerin bilmediği bir şeydir. Bilmeyenler bilmiş gibi konuşmuşlar, anlamayanlar anlamak için cesaret göstermemişler ve anlamış gibi yapmışlar, kendi yalan hayatlarına onu dahil etmeye çalışmışlar ve böylece onu yalnız bırakmışlardı. Kim ne derse desin, ne düşünürse düşünsün, ister sevsin ister sevmesin o hep kendi kalmak için mücadele etmişti. Ona ulaşılmaz bir insansın, anlaması zor bir insansın, hayatı biraz rahat yaşa, eğlen, takılma bu kadar, bak bizim gibi eğlenceli şeyler yap, bizim gibi basit ol, bizim gibi düz düşün diyerek onu terk etmişlerdi. Evet onu terk ettiler. O terk eden değil terk edilendi. Yalnızlığa mahkum edilendi. Kendinden olmayan bir başkası gibi davransaydı onu herkes sever, onunla arkadaşlık eder, sevgilileri olur, daha refah bir hayat yaşayabilirdi. Ama o, kendisi gibi kalmayı tercih etti. Onu mutlu etmeyen ama tatmin eden birisi olmayı seçti. Derinlemesine düşünen, ayrıntıları önemseyen, gökyüzünün renklerinin farkına varan, sevmeyi seven birisi olmayı seçti. Onun gibi birisinin olabileceğini yok saydılar. Herkes illa kendileri gibi düşünmeli, kendileri gibi eğlenmeli, kendileri neyden zevk alıyorsa onlar da ondan zevk almalı, eğer bir şey yapıyorlarsa kesinlikle kendilerinin düşündüğü gibi düşünüp yapmış olmalıydı. Kendi hayatları bir çerçeveydi ve o çerçevenin dışında kimse olamazdı. Onu yok saymışlardı. Ötekileştirecek birisi bile değildi. Öyle birisi asla olamazdı. Eğer öyle birisi olduğunu söylüyorsa kesinlikle yalan söylüyordu. O varım diyorsa yalancı, ben böyleyim diyorsa da yok sayılan birisi oluyordu.

Soğuk vücuduna iyice işlemişti. Kendini kaldırıp yalnızlığın diğer tarafına atsa sıcacık bir hava onu bekliyordu. Ama öyle yapmak istemedi. Eğer yaparsa kendinden vazgeçmiş olacaktı. Buna yeltenmiyordu bile. Havanın soğukluğu her geçen dakika daha da artıyordu bu nedenle dışarıda bir kişi bile kalmamıştı. Herkes bir yerlerde kendi çerçevesinin içerisinde ısınıyordu. Ayaklarını hissedemiyordu. Ayaklarının sağlam olup olmadığını anlamak için parmaklarını oynatmaya bile gerek duymadı çünkü oynatsa bile kımıldayıp kımıldamadığını asla bilemeyecekti. Soğuk gövdesindeydi. Pantolonun paçalarından geçmesi çok kolay olduğundan soğuk hızlıca yukarı tırmanmıştı. Elleri ve ayakları kaskatı kesilmişti. İstese bile artık ellerinin dizlerinin arasından çekemezdi. Soğuk artık tüm bedenindeydi. Kan dolaşımı iyice yavaşlamıştı. Kalbi ha durdu ha duracak. Çareler tükenmez, hadi kalk ve at kendini şu yalnızlığın diğer tarafına. Yapmadı. Vazgeçmedi. Kendi kalarak soğukta ölmeyi tercih etti. Soğuk artık ruhunda. Artık üşümüyordu.

İSMAİL ARIK

    

Bu blogdaki popüler yayınlar

BAHARE

GİDİYORUM

GİDENDEN KALAN